Bilim tarihi ders notları


BİLİM NEDİR?
“Evrenin ya da olayların bir bölümünü konu olarak seçen, deneysel yöntemlere ve gerçekliğe dayanarak yasalar çıkarmaya çalışan düzenli bilgi, ilim.”
‘’Genel geçerlik ve kesinlik nitelikleri gösteren yöntemli ve dizgesel bilgi.’’
‘’ Belli bir konuyu bilme isteğinden yola çıkan, belli bir amaca yönelen bir bilgi edinme ve yöntemli araştırma süreci’’
BİLGİ NEDİR?
‘’İnsan aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütünü, bili, malumat’’
‘’ Öğrenme, araştırma veya gözlem yolu ile elde edilen gerçek, malumat, vukuf’’
‘’İnsan zekâsının çalışması sonucu ortaya çıkan düşünce ürünü, malumat, vukuf’’
‘’Genel olarak ve ilk sezi durumunda zihnin kavradığı temel düşünceler’’
‘’Bilim’’
‘’Kurallardan yararlanarak kişinin veriye yönelttiği anlam’’
Bilim; insan belleğinin çalışması sonucu ortaya çıkan düşünsel üründür.
BİLGİNİN EVRİMİ
1-Bilgi doğar, bulunur ya da keşfedilir.2-Bilgi kaydedilir. 3-Bilgi kullanılır, değerlendirilir. 4-Bilgi geliştirilir.5- Bilgi aktarılır. 6-Bilgi arşive kaldırılır.
Bilgiler yukarıdaki çevrime göre ömürlerini tamamlar. Bilginin türü ve özellikleri değişse de bu çevrim değişmez.
BİLGİ ÇEŞİTLERİ
Gündelik Bilgi: İnsanların sıradan deneyimleri sonucu elde ettikleri bilgilerdir. Neden-sonuç ve yönteme dayanmaz. Kişinin algı ve sezgilerine dayanır. Bilimsel ve geçerli değildir. Sistemsizdir.
Teknik Bilgi: Öznenin nesneyi pratik amaçları için değiştirme ve ondan alet yapma bilgisidir. Pratik bir bilgi olup insana yarar ve kolaylık sağlar.
Sanatsal Bilgi: Sanatçı, nesneye yönelerek onda gördüğü bir şeyi elindeki malzemeyle ifade etmeye çalışmasıdır. Doğadaki nesneleri kullanmasına rağmen, doğada olmayan bir güzelliği eserine katar.
Bilimsel Bilgi: İnsanın aklıyla belli bir konuya yönelerek elde ettiği yöntemli, sistemli, düzenli, geçerli, kanıtlanabilinir ve denetlenebilinir nesnel bilgiye denir.
Dinsel Bilgi: Özne ve nesne arasındaki bağ, yüce bir varlık tarafından belirlene bir inanç sistemine dayanıyorsa buna dinsel bilgi denir.
Felsefî Bilgi: Felsefi bilgi, evreni, varlığı, insanı, doğayı parçalara ve konulara bölmeden bir bütün olarak anlamaya çalışır. Felsefi bilgi insanın aklıyla ortaya koyduğu tümel düşüncelerdir. Felsefi Bilgi; araştırma ve eleştiriye dayalıdır, akla dayanır. Mantık ilkelerine dayalı akıl yürütmelerdir, Soyut ve kavramsal olduğu için evrenseldir, birleştirici ve bütünleyicidir, Özneldir, bir bitmişlik yoktur. 
BİLİMSEL BİLGİ
İnsanın aklıyla belli bir konuya yönelerek elde ettiği yöntemli, sistemli, düzenli, geçerli, kanıtlanabilinir ve denetlenebilinir nesnel bilgiye denir.
Formel (Formal) Bilimler: Konusunu doğadan almayan yani duyu ve deneyime dayanmayan fakat duyular üstü bir ideal varlık alanını ele alan bilim dallarıdır(matematik, mantık) Formel bilimler, sembolleri kullanarak kendilerini ifade ettikleri için aynı zamanda bir ideal; yani yapay anlatım biçimidir. Bundan dolayı diğer bilimlerle oranla daha nesneldir.
Doğa Bilimleri: Nedensellik ilkesine göre, yani aynı koşullar altında hep aynı sonuçların çıkacağı ilkesine dayanan doğa bilimleri deneysel yöntemi temele alır. Konu alanı içinde doğa bilimleri(fizik), yaşam bilimleri yer alır. Temel özelliği olgusal ve deneysel olmalarıdır. Olgusaldır. Çünkü olgular ile neden-sonuç ilkesini araştırır. Nedenseldir.  Çünkü Doğa bilimleri genel, kesin, tümel, doğru yasalara ulaşmayı amaçlar.
İnsan Bilimleri: İnsanı değişik boyutlarıyla inceleyen bilgi türüdür. İnsan bilimleri; antropoloji, sosyoloji, psikoloji, siyaset bilimi, dil bilimi ve tarihtir. Bu bilimler insanın yapıp ettikleriyle ve ne yapacaklarıyla ilgilenir. Fakat kesin bir yasaya varamazlar.
BİLİMSEL BİLGİNİN GENEL ÖZELLİKLERİ
Bilimsel bilgi insanlığın üzerinde birleştiği bir bilgidir. Bu nedenle insanlar arasında din,dil, milliyet ve ırk ayırımı olmaksızın geçerlidir. Bu özelliği taşıyabilmesi için de bir tür tartışılmazlık statüsünü kazanmış olması gerekir. Bu nedenle bilimsel bilgi doğmakta olan bilgiden çok, belirli ölçülerde klasikleşmiş bir bilgidir.  Bilimsel bilginin tarihsel gelişimini izlediğimizde bu durumu açıkça görebiliriz.
Örneğin Antik Yunanlılar, klasikleşmiş Mısır ve Mezopotamya biliminden yararlanmışlardır. Benzer durum İslam Dünyası için de geçerlidir. Onlar da Antik Yunan’ın klasikleşmiş bütün bilgilerini almaktan çekinmemişlerdir. Bu yüksek düzeyli kültürel ilişkiler bilimin uluslararası niteliğini kanıtlayan örnekler olması bakımından da dikkat çekicidir.
Bilimsel bilgi genel geçer bir bilgidir. Ancak bu genel geçerliği mutlak anlamda anlamamak gerekir. Çünkü ne denli sağlam olursa olsun, bir bilgi belirli koşullar içerisinde incelenmiş, sınanmış ve geçerliliği saptanmıştır. Böyle olunda da bu bilginin o koşullar değiştiğinde, yeniden gözden geçirilmesinin, bir anlamda yeni duruma, eğer uyarlanabiliyorsa uygun hale getirilmesinin gerekliliği de açıktır.
Bilimin genellik niteliğini elde etmesi de aslında bu yoldan olur. Çünkü her düzenleme veya iyileştirme sonucunda bilgiyle doğa arasında daha akılcı ve daha gerçekçi bir yakınlaşma olmaktadır. Doğa, biraz daha ayrıntılı kavranabilmektedir.
Bilimsel bilgi ilerleyen ve yığılan bir bilgidir. Ancak, buradaki yığılganlığın kesintisiz, aralıksız bilgi yığılması yerine, bir süre yığılan bilginin zaman zaman yeniden elden geçirilerek temelden değişme ve dönüşmelere yerini bırakabilmesi biçiminde bir süreli yığılma olarak düşünülmesi doğru olur. Bilim tarihi bunun pek çok örneğini bize sunmaktadır.
Aristoteles’in hareket kuramı bütün Ortaçağ boyunca- Doğu ve Batı Dünyası’nda ve daha sonra modern dönemin başlarında Galileo tarafından önemli değişimlere uğratıldıktan sonra, elde edilen bilgi yığını Newton tarafından köklü bir değişim ve dönüşüme uğratılmıştır.
Elbette bu noktada ulaşılan bilgi düzeyi, doğayı daha ayrıntılı ve değişik bir biçimde tanımlamayı ve anlamlandırmayı olanaklı kılmaktadır. Örneğin o zamana kadar Dünya’nın hareket edemeyeceği üzerine kurulu doğa algısı, eylemsizlik ilkesi aracılığıyla devinen bir Dünya algısı üzerine kurgulanmış yeni bir doğa kavrayışına yol açmıştır.
GALILEO GALILEI (1564 - 1642)
’Kuşku, bilimin babasıdır.’’
SİR ISAAC NEWTON (1643 – 1727)
‘’Ben, benden öncekilerin omuzlarına tırmandığım için onlardan biraz daha ilerisini görebildim.’’
Bilimsel bilgi ayni zamanda ele aldığı konuları bir bütünlük içinde ve geniş kapsamlı bir yaklaşımla ele alınmasını zorunlu kılmaktadır. Bundan dolayı da sistemli ve tutarlı bir bilgidir ve doğru çıkarımlara ve akıl yürütmelere olanak tanır. Bilimsel bilginin bu yönü onun kuramsal boyutuna dikkat çekmektedir.
(Bilimde kuram veya teori; bir olgunun, sürekli olarak doğrulanmış gözlem ve deneyler baz alınarak yapılan bir açıklamasıdır.)
Bilimsel bilginin bir diğer özelliği de belli bir alanı ve uygun bir araştırma ve doğrulama yönteminin bulunmasıdır. Bilimsel yöntem adı verilen bu yöntem, hem bilginin elde edilmezde, hem de elde edilen bilginin doğrulanmasında kullanılan bir araçtır.
BİLİMSEL ÇALIŞMA YÖNTEMLERİ
Bütün bilimler; bugünkü durumlarına gelene kadar geçirmiş oldukları aşamaların başlangıcı, doğadaki olaylar izlenerek bunları sınıflandırmak ve bir düzene koymak için ya hiçbir genel teori kurmamış yada kurulanların bir kısmı gerçeğe uygun olmadığından ampirik (deneysel)olmuştur.
Bir teori, var olan olguları önceden kestirebildiği takdirde bilimsel bir değer kazanır. Pozitif bilimlerde doğadaki olayların bilimsel incelenmesinde;
Aşama; incelenecek konuda neyin araştırılacağını tespit etmek, konu ile ilgili bilgileri toplamak,
Aşama; Elde edilen bilgileri bir kanun altında toplamak. Bir kanun, doğa olaylarının bağlı göründükleri ve dışarı çıkamadıkları düzeni ifade eder.
Buna göre; bir kanun, olayların bir düzen içinde davranışlarının ifadesi  veya matematiksel bir formülle gösterilmesidir.
Aşama; Gözlem, deney ve bulunan kanunlardan daha başka kanunlar bulmak ve daha da ileriye giderek hipotez ve teoriler kurmaktır.
BİLİMSEL ARAŞTIRMA AŞAMALARI
Problemi Görme – Gözlem ve Araştırma Konusunun Belirlenmesi
 Araştırma Problemini Tanımlama
Konuyla İlişkili Kaynakların Taranması
Hipotezlerin Yazılması
Araştırma Yöntem ve Modelini Belirleme
Verilerin Toplanması ve Analizi
Araştırmanın Sonuçlandırılması ve Araştırma Raporunun Yazılması

HİPOTEZ NEDİR?
Hipotez (varsayım) bir olayı veya birtakım olayları açıklayabilmek için gerçek gibi kabul edilen, deneyle henüz yeter derecede kuvvet kazanmamış temel bir esas gibi düşünülen kuramsal fikirdir.
Bir Hipotez belli bir alanda bazı kanunları açıklar ve buna dayanan düşüncelerin doğruluğu tespit edilirse buna  Teori (Kuram) denir. Bir teori, gözlenen olayları  ve kanunların vardığı sonuçları genel olarak olarak açıklamaya yarayan bir mekanizmadır.
Varsayım veya hipotez, bilimsel yöntemde olaylar arasında ilişkiler kurmak ve olayları bir nedene bağlamak üzere tasarlanan ve geçerli sayılan bir önermedir.
Terim eski Latince "önermek" anlamına gelen "hipotithenai" kelimesinden köken almaktadır. Bilimsel bir hipotez farklı kişilerce ve bilimsel yöntemlerle sınanabilmelidir.
BİLİM TARİHİNİN TANIMI VE ÖNEMİ
‘’Bilim tarihi,bilimsel bilginin bir süreç içindeki gelişim ve değişimlerini, onları üreten toplumlardaki değişim süreçlerinin ışığında ele alıp değerlendiren bir disiplindir.’’
Bilim tarihi, bilimsel bilginin gelişim sürecini inceleyen bir araştırma etkinliğidir. Bilim tarihi bu süreçte özellikle şu noktalara dikkatini yoğunlaştırmaktadır:
Bilginin hangi aşamalardan geçerek bugünkü haline ulaştığını belirlemek,
Bilimsel kuramların doğuşunu ve gelişimini olgusal ve deneysel verilere dayanarak betimlemek,
Bir toplumun bilime ne zaman ve hangi durumda katkı yapabildiğini örneklerle ortaya koymak,
Bu katkılar yapılırken bilim adamlarının nasıl bir uğraş verdiklerini, kullandıkları yöntemleri, araç ve gereçleri göz önüne sermek,
Bilimin değerini ve önemini sorgulayarak, bilimsel etkinliği bütün yönleriyle tanımaya ve tanıtmaya çalışmak,
Elde edilen bilimsel sonuçların uygulamaya nasıl geçirildiklerini, bunların insan yaşamında ne gibi değişikliklere neden olduğunu incelemek,
Bir toplumun bilime katkı yapacak düzeye getirilmesi için neler yapılması gerektiğini somut örneklere dayanarak göstermek.
Tarihin çeşitli dönemlerinde, bazı bölgelerde, gerçekten bir altın çağ yaşanmış, bazen de karanlık dönemlere girilmiş, ayni toplumlar adeta çökmüştür. Bilim tarihçilerinin yaptıkları incelemeler, bilgi birikiminin artışı ve azalışı ile toplumun ilerleyişi arasında doğru orantı olduğunu göstermiştir.
Farklı dönemlerin siyasi ve ekonomik durumlarını, felsefelerini, dünya görüşlerini inceleyerek bilimin gelişme veya gerilemesine neden olan düşünce ve davranışları saptamak ve bu yolla geleceğe ışık tutmak mümkündür.
Yapılan araştırmalara şunu açıkça ortaya koymuştur. Topum tutucu, bağnaz bir ortama itilmiş ise gelişmeye kapalı, durağan bir duruma gelir;böyle bir ortamda bilimde gelişme söz konusu olmamaktadır. Eğer ortam tartışmaya açık ve özgür ise, böyle dönemlerde bilimde büyük atılımlar gerçekleşmiştir.
BİLİMSEL İLERLEMENİN TEMEL DÖNEMLERİ
Bilim tarihi çalışmaları bilimsel gelişmenin Doğu ve Batı arasında zikzak çizen bir etkinlik olarak varlığını sürdürdüğünü göstermektedir. Önce Doğu uygarlıklarında, Mısır, Mezopotamya, Babil, Hint ve Çin’de oluşturulmuş, daha sonra Yunan Dünyası’na geçmiş, gelişme hızını kaybetmeye başladığında tekrar Doğu’ya, İslam Dünyası’na, oradan da tekrar Batı’ya geçerek varlığını sürdürmüştür.
Bu gelişimin çizgisini dört aşamada ele almak olasıdır:
Mısır ve Mezopotamya uygarlıklarına rastlayan deneysel bilgi toplama aşaması.
Antik Yunan’da evreni açıklamaya yönelik akılcı sistemlerin kurulduğu aşama.
Ortaçağ’da bir yandan Yunan felsefesi ile dinin dogmalarını bağdaştırmaya çalışan Batı, diğer yandan da bilimsel etkinliğe büyük katkı sağlayan İslam Dünyası.
Rönesans ve sonrası gelişmelerin yer aldığı modern bilim dönemi.
PEKİ ESKİ UYGARLIKLAR BİLİMSEL GELİŞMELERE NEDEN İHTİYAÇ DUYMUŞLARDIR?
Yaklaşık 4bin yıl önce ilk bilimsel etkinliklerin yer aldığı bilinen Mısır ve Mezopotamya’da bu etkinliği bütünüyle pratik amaçlar yönlendirmekteydi.
Bu temel tutuma bağlı olarak en önemli gelişme de uygulamalı astronomi ve arazi ölçümlerinde kullanılan temel geometri alanlarında gerçekleşti. Babil’ de ise ticari aritmetik daha fazla ilerlemişti.
Mezopotamyalılar, evrenin, yer, gök ve ikisi arasında bulunan okyanustan oluştuğuna inanıyorlardı. Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn gezegenlerini ve on iki takımyıldızını tanıyorlardı. Söz konusu beş gezegenin tutulma düzlemi yakınında dolaştığını saptamışlardı.
Ay yılına dayanan takvimleri daha sonraki dinî takvimlere ve İslâm Dünyası’ndaki hicrî takvime temel oluşturmuştur. Günü 12 saate, saati 60 dakikaya, dakikayı da 60 saniyeye bölmüşlerdi. Güneş, Ay ve beş gezegene bağlı olarak bir hafta 7 gün olarak kabul edilmiş ve bu 7 günlük hafta Romalılar vasıtasıyla Avrupa’ya geçmiş ve oradan da bütün dünyaya yayılmıştır.
Nil Nehri’nin sürekli taşması sadece geometrinin doğmasına değil, ayni zamanda Mısır astronomisinin gelişmesinde de önemli rol oynamıştır. Mısırlılar, bu taşmanın Güneş’in görünen hareketleriyle ve konumuyla yakından ilgili olduğunu gözlemlemişlerdi. Mısırlılar ve Babilliler Güneş,  Ay ve yıldızların hareketlerini düzenli olarak izleyip kaydetmişlerdir.
Özellikler Babillilerin kayıtları çok uzun dönemleri kapsamaktaydı ve çok sistematikti. Buna bağlı olarak gelecekte ne zaman Güneş ve Ay tutulması olacağını hesaplayabilmişlerdi. Takvimleri Güneş takvimi idi ve yıl uzunluğu 365 gün olarak kabul ediliyordu. Günümüzde kullanılan takvimin temelinde Mısır takvimi yer alır. Günün 24 saate bölünme geleneğini de Mısırlılara borçluyuz.
Bir diğer uygarlık olan Çin’de ilk ortaya çıkan bilim astronomi olmuştur. Çinlilere göre gökyüzünde oluşan değişimler, dünyadaki değişimlerin belirtisidir. Çünkü Çinliler evreni tüm öğeleri birbirine bağlı geniş bir organizma olarak kabul etmektedirler. Çinlilere göre,yeryüzü ve gökyüzü arasındaki bağlantıyı bulup tanımlamak ve insanlığa yarar sağlamak insanoğlunun görevidir.
Çin astronomisinde, Galilei’den önce Güneş lekeleri konusunda bilgi verildiği görülmektedir (M.Ö. I. yüzyıl). Ayrıca astronomi metinlerinde, meteor ve meteoritler ile nova ve süpernovalar hakkında kayıtlara da rastlanmaktadır.
Çin’de kullanılan sayı sistemi on tabanlıdır. Ayrıca, işlem yapmalarını kolaylaştıran, abaküs ve çarpım cetveli gibi bazı basit aletler de kullanmışlardır. Diğer uygarlıklardan farklı olarak Çin’de daha çok aritmetik ve cebir bilimleri gelişme göstermiş ve hatta geometri problemleri bile bu iki disiplinden yararlanılarak çözülmeye çalışılmıştır.
Benzer şekilde Hindistan’da da zamanın pratik gereksinimleri ve dinsel görevleri düzenlemek amacıyla astronomiye yönelinmiş, Ay’ın, Güneş’in ve belirli yıldızların hareketlerinin gözlenmesine önem verilmiştir. Aryabhata adındaki bir astronom ilk defa Yer’in kendi etrafındaki hareketinden söz etmiştir.
Diğer taraftan Hint matematiği geometri ve cebir konularında önemli gelişmeler göstermiştir. Hindistan’da kullanılan sayı sistemi de  on tabanlıdır. Sıfırı ilk defa Hintli matematikçiler kullanmıştır. Sayı sistemindeki bu erken tarihli gelişme, aritmetiğin gelişim hızını büyük ölçüde etkilemiştir.
Daha sonra Hintlilerin aritmetik, cebir ve trigonometri konusundaki bilgileri Sanskrit dilinden Arapça’ya yapılan çeviriler yoluyla İslâm Dünyası’na aktarılmıştır ve buradaki bilimsel uyanışta önemli bir rol oynamıştır; on ikinci yüzyıldan itibaren Arapça’dan Latince’ye yapılan çeviriler sonucunda ise, Hıristiyan Dünyası bu bilgilerle tanışmıştır.
ANTİK YUNAN’DA BİLİM
Yunan Dönemi iki kısma ayrılmaktadır. M.Ö. sekizinci yüzyıldan Büyük İskender’in ölümüne (M.Ö. 323) kadar geçen dönem Hellenik Çağ ve Romalıların, Ptolemaios Krallığı’na son verdikleri M.Ö. 30 yılına kadar geçen dönem ise Hellenistik Çağ olarak adlandırılmaktadırlar.
Bu dönemde bilim ve felsefe alanlarında büyük bir atılım gerçekleştirilmiş ve Yunan bilginleri ve düşünürleri evren, dünya ve dünyanın üzerinde bulunan canlı ve cansız varlıklara ilişkin bilgi üretmeye başlamışlardır.
HELLENİK ÇAĞ’DA BİLİM
Bu dönemde doğa bilimleri büyük bir gelişme göstermiş ve özellikle Aristoteles ve onun yolundan giden Aristotelesçiler bitkilere ve hayvanlara ilişkin bilimsel ve yarı-bilimsel bilgileri derleyerek botanik ve zooloji alanların temellerini atmışlardır.



Doğa ve Bilgi Felsefesi
Bu dönemde önce Varlık Sorunu, daha sonra Bilgi Sorunu gündeme gelmiştir. Varlık Sorunuyla ilgilenen Thales, Anaximandros, Anaximenes ve Herakleitos gibi düşünürler, bütün varlıkları oluşturan ve Arkhe adı verilen İlk Temel Öge’yi aramışlar, Bilgi Sorunu’yla ilgilenen Platon ve Aristoteles gibi düşünürler ise doğru bilginin yapısı ve yöntemi üzerinde çalışmışlardır.
Bu dönemi önceki dönemlerden ayıran en önemli özellik, doğal varlıkların ve olguların doğa-üstü nedenlerle değil, doğal nedenlerle açıklanmasıdır.
ARİSTOTELES (ARİSTO)
Aristoteles’in matematik bilgisi araştırmalarına yeterli olacak düzeydeydi; bilimleri matematik, fizik ve metafizik olarak üç bölüme ayırırken, Platon gibi, matematiğe – yani aritmetik, geometri, astronomi ve müzik bilimlerine – bir öncelik tanımıştı; ancak uygulamalı matematikle ilgilenmiyordu.
“Eşit şeylerden eşit şeyler çıkarılırsa, kalanlar eşittir.” veya “Bir şey aynı anda hem var hem de yok olamaz (üçüncü durumun olanaksızlığı ilkesi)” gibi aksiyomların bütün bilimler için ortak olduğunu, postülatların ise sadece belirli bir bilimin kuruluşunda görev yaptığını söyleyerek, aksiyom ile postülat arasındaki farklılığa işaret etmişti.
(Aksiyom: Doğru olduğu herkes tarafından kabul edilen önerme. Postulat, doğruluğu mantıki olarak kabul edildiği halde, doğruluğu da yanlışlığı da ispatlanamayan önermedir.)
Aristoteles’in, süreklilik ve sonsuzluk hakkında yapmış olduğu temkinli tartışmalar, matematik tarihi açısından oldukça önemlidir. Sonsuzluğun gerçek olara değil, gizil olarak varolduğunu kabul etmiştir.
Aristoteles, astronomiye ilişkin görüşlerini Fizik ve Metafizik adlı yapıtlarında açıklamıştır; bunun nedeni, astronomi ile fiziği birbirinden ayırmanın olanaksız olduğunu düşünmesidir. Aristoteles’e göre, küre en mükemmel biçim olduğu için, evren küreseldir ve bir kürenin merkezi olduğu için evren sonludur.
Yer evrenin merkezinde bulunur ve bu yüzden, evrenin merkezi aynı zamanda Yer’in de merkezidir. Bir tek evren vardır ve bu evren her yeri doldurur; bu nedenle evren-ötesi veya evren-dışı yoktur. Aristoteles’in oluşturduğu bu fizik ve evren görüşü kendisinden sonra az çok değişime uğramışsa da uzun yıllar egemen olmuş ve Galileo’nun yaptığı çalışmalarla geçersiz hale getirilmiştir.
Aristoteles’ten önce de hayvanlar üzerinde araştırmalar yapan bilginler vardı, ama zoolojinin, yani hayvanlar biliminin kurucusu Aristoteles olmuştur. Aristoteles, hayvanlar üzerinde yapmış olduğu gözlemlerden çıkarmış olduğu bulguları, Historia Animalium, (Hayvan İncelemeleri) De Partibus Animalium (Hayanların Bölümleri Üzerine) ve De Generatione Animalium (Hayvanların Türeyişi Üzerine) adlı yapıtlarında toplamıştır; bu üç yapıt, birbirleriyle bağlantılıdır; ancak birincisi
hayvanların tasviri, ikincisi morfolojisi ve üçüncüsü ise üremesi ile ilgilidir.
Aristoteles’ten önce de hayvanlar üzerinde araştırmalar yapan bilginler vardı, ama zoolojinin, yani hayvanlar biliminin kurucusu Aristoteles olmuştur. Aristoteles, hayvanlar üzerinde yapmış olduğu gözlemlerden çıkarmış olduğu bulguları, Historia Animalium, (Hayvan İncelemeleri) De Partibus Animalium (Hayanların Bölümleri Üzerine) ve De Generatione Animalium (Hayvanların Türeyişi Üzerine) adlı yapıtlarında toplamıştır; bu üç yapıt, birbirleriyle bağlantılıdır; ancak birincisi
hayvanların tasviri, ikincisi morfolojisi ve üçüncüsü ise üremesi ile ilgilidir.
MİLET OKULU
Yunanlılardaki bilimsel çalışmalar, İzmir’in güneyinde, Söke-Milas yolunun batısında, bugünkü Balat koyunun yakınlarındaki Milet kentinde başlamıştır. Gezginler ve tacirler aracılığıyla Dünya’nın uygar ülkelerinden taşınan bilgiler ve beceriler burada yeniden işlenip değerlendirilmiş ve yeni bir kimliğe kavuşturulmuştur.
PLATON (EFLATUN)
Soylu bir aileye mensup olan Platon, M.Ö. 428 yılında Atina’da doğmuş ve iyi bir eğitim görmüştür. 20 yaşında Sokrates’le karşılaşınca felsefeye yönelmiş ve hocasının ölümüne kadar (M.Ö. 399) sekiz yıl boyunca öğrencisi olmuştur; hocası ölünce, diğer öğrencilerle birlikte Megara’ya gitmiş ama burada uzun süre kalmayarak önce Mısır’a, oradan da Pythagorasçıların etkili oldukları Sicilya ve Güney İtalya’ya geçmiştir. Bir ara korsanların eline düşmüş, fidye vererek kurtulduktan sonra, kırk yaşlarında Atina’ya dönmüştür.
Atina’da Akademi’yi kurarak dersler vermeye başlayan Platon, M.Ö. 347 yılında 81 yaşındayken ölmüştür.
Platon’un amacı, öğrencilerine bilgi aşkını aşılayarak, onları filozof bir yönetici olarak yetiştirmektir; bu yüzden ahlak ve siyasete ağırlık vermiş, ancak bunları mantık ve matematikle temellendirmeyi ihmal etmemiştir.
Matematik, Platon’un gözünde çok önemli bir bilimdi; çünkü onunla gerçek bilgiye, yani Tanrı İdeası’na ulaşmak olanaklıydı; zaten Tanrı’nın kendisi de bir matematikçiydi.Platon’a göre, matematik, gölgeler alemi ile idealar alemi arasında bir ara alem veya iki alemi birbirine bağlayan bir geçittir.
Platon Akademi’nin kapısına “Geometri bilmeyen bu kapıdan girmesin.” diye yazdırmıştır. Platon uygulamalı matematiği sevmemiş ve bu nedenle cetvel ve pergelin dışında bir araç kullanmaya yanaşmamıştır.
Platon da doğaya Pythagorasçılar gibi bakar ve gerçeğin kilidini açacak anahtarın aritmetik ve geometri olduğuna inanır. Matematikle ilgili orijinal denebilecek bir çalışması yoktur; katkıları daha çok felsefîdir. Platon’un matematiğe ilişkin görüşleri ve çalışmaları sonucunda, matematik, diğer bilimler arasında seçkin bir konuma yerleşecek ve yüzyıllardan beri süregelmekte olan bilimsel eğitim ve öğretimin esas öğesini oluşturacaktır.
Platon’a göre evren küreseldir ve merkezinde Yer bulunur; Yer, küresel ve hareketsiz bir gökcismidir ve evren, Yer’in de merkezinden geçen eksen çevresinde 24 saatte bir dönüş yapar; Güneş, Ay ve gezegenler bu hareketle taşınırlar ama onların da kendilerine özgü hareketleri vardır. İşte bu hareketleri yüzünden, gezegenler, ekliptik kuşağı üzerinde spiral dolanımlar yaparlar. Gezegenlerin düzgün dolanımları bir Tanrı’nın var olduğunu ilham eder.
Nasıl bir saatin mekanizması ve düzenli işleyişi, onun bir yapıcısı ve bir ustası olduğunu ama bu yaratıcının saatin içinde değil dışında bulunduğunu düşündürürse, gezegenlerin dolanımları da, tıpkı bunun gibi, gezegenlerin birer tanrı olmadıklarını, ancak bu düzenli dolanımlarının ardında akıllı ve becerikli bir ustanın, yani bir Tanrı’nın bulunduğunu sezdirir. Bu görüş, sonraları Hıristiyan ve Müslüman filozofları ve ilahiyatçıları tarafından Tanrı’nın varlığının en önemli kanıtlarından biri olarak kullanılacaktır.
SOKRATES (SOKRAT)
Bütün insanlık tarihinin en saygın kişilerinden birisi olarak tanınan Sokrates de aslında bir sofisttir.
Atina’da doğmuş (M.Ö. 470) ve iyi bir eğitim görmüştür.
(Sofistler, MÖ 5. yüzyıldaMÖ 5. para karşılığında felsefe öğreten gezgin felsefecilerdir. Özellikle Atina’da çağın önde gelen bilgeleri var olan değerleri (kritias) eleştirmişlerdir. Göreceli ve kuşkucu düşüncenin köklerini atmışlar ve geliştirici olmuşlardır.)
Sokrates, aritmetik, geometri, astronomi ve politikaya ilişkin yeterli düzeyde bilgiye sahipti. Çok basit bir yaşam sürmüştü. Her ne kadar görüşlerinin çok etkili olduğu kabul edilmişse de, hiçbir yapıt kaleme almamıştır. Onu iki öğrencisi, Platon ve Ksenofanes’in yazdıklarından tanımaktayız.
Sokrates diğer sofistlerden çok farklıydı. Düzenli bir öğretim yapmıyor ve öğrencilerinden ücret almıyordu. “Kendini bil!” ilkesi doğrultusunda, düşünürlerin bakışlarını evrenden insana çevirmişti. Evreni anlamlandırmadan önce kendimizi anlamlandıralım; “Biz kimiz?” bu sorunun yanıtını verelim diyordu.
Bu nedenle, yalnızca bir tarlayı ölçebilecek düzeydeki geometri bilgisini yeterli buluyor, daha zor matematik problemleriyle uğraşmanın yararsız olduğuna işaret ediyordu. Ona göre, insanlara, pratik ahlak kurallarını öğretmek daha isabetli olacaktı. Böylece Sokrates, kuramsal bilim ve uygulamalı bilim tartışmasını da açmış oluyordu.
Bu nedenle, yalnızca bir tarlayı ölçebilecek düzeydeki geometri bilgisini yeterli buluyor, daha zor matematik problemleriyle uğraşmanın yararsız olduğuna işaret ediyordu. Ona göre, insanlara, pratik ahlak kurallarını öğretmek daha isabetli olacaktı. Böylece Sokrates, kuramsal bilim ve uygulamalı bilim tartışmasını da açmış oluyordu.








THALES
Thales M.Ö. 624 yılında doğmuş ve M.Ö. 548 yılında ölmüştür. Varlıklı bir tacirdi. Yunanlı yedi bilgeden birisi olarak kabul edilmekteydi. İlk Yunan matematikçisi Thales’tir.
Thales astronomiyle de ilgilenmiş ve tarih kitaplarına ilk Yunan astronomu olarak geçmiştir.
28 Mayıs 585 yılında gerçekleşen Güneş tutulmasını daha önceden tahmin etmiş olmasına rağmen, Yer’in bir disk biçiminde olduğunu düşündüğünden, Ay ve Güneş tutulmalarının nedenlerini bilmesi olanaksızdı.
Mısırlılardan yılın 365 gün olduğunu öğrenmişti. Kuzey yönünün bulunmasında Küçük Ayı’nın
kullanılabileceğini biliyordu ve Yunan gemicilerine Küçük Ayı takım yıldızını gözlemleyerek seyahat etmelerini önermişti. Nitekim denizci bir millet olan Fenikeliler de Büyük Ayı’yı kullanıyorlardı.
Thales her şeyin aslının su olduğunu söylüyordu; su, katı, sıvı ve gaz olmak üzere üç durumda bulunabilirdi. Suyun olmadığı yerde hayatın da olmayışı, bu maddenin aslî oluşunun en güçlü kanıtlarından biriydi. Thales, bu görüşleri ve Homeros’un hikayelerini bir yana bırakan gözlemsel düşünceleri nedeniyle bilimin doğuşunda önemli bir rol oynamıştır.
Aristoteles’e göre, Thales, mıknatısın demir tozlarını çekmesi nedeniyle canlı olduğuna inanıyordu. Nasıl bir yorum getirirse getirsin, mıknatıstan söz eden ilk kişi de Thales’ti.
ii. Matematik
Bu dönemin en önemli matematikçisi Pythagoras’tır. Dik üçgenlere ilişkin teoremiyle tanınan Pythagoras, varlıkları ve varlıklar arasındaki ilişkileri sayılarla ve sayılara karşılık gelen çizgilerle açıklama eğiliminde olduğu için, aritmetik ve geometri bilimleri büyük bir önem kazanmıştır.
PYTHAGORAS (PİSAGOR)
Ayrıca bir açının üç eşit parçaya bölünmesi, bir küpün iki katı hacmindeki bir küpün bir kenarının uzunluğunun bulunması ve bir dairenin alanına eşit olan bir karenin bir kenarının uzunluğunun bulunması gibi üç geometrik problem üzerindeki çalışmalar da geometrinin gelişimini büyük ölçüde etkilemiştir.
iii. Astronomi
Bu dönemde gezegenlerin ve yıldızların gökyüzündeki konumlarını ve devimlerini anlamlandırmaya yönelik göksel kuramları oluşturulmuş ve özellikle Eudoxos’un kurgulamış olduğu Ortak Merkezli Küreler Kuramı sonraki dönemlerde çok etkili olmuştur. Ortak merkezli küreler sistemi astronomiye yeni bir ruh getirmiş ve ilk defa bu kuram yoluyla, bir gökcisminin belirli bir süre sonra nerede bulunacağını matematiksel olarak belirlemek olanaklı olmuştur.
KNİDOSLU EUDOXOS
iv. Coğrafya
Yunanlılar Akdeniz kıyılarında yeni koloniler kurmuşlar ve bu koloniler arasındaki ticarî ve askerî seferler sırasında Avrupa, Asya ve Afrika’nın Akdeniz kıyılarını yakından tanımışlardı.
Herodotos ve Surlu Marinos’un yapıtları fizikî coğrafyanın, beşerî coğrafyanın ve matematiksel coğrafyanın gelişmesinde etkili olmuştur.
v. Tıp
Bu dönemde insan bedeninin yapısı da Yunan düşünürlerinin ilgisini çekmiş, sağlık ve hastalık durumlarının açıklanabilmesi için yarı-bilimsel kuramlar geliştirilmiştir. Sonraki çağları en çok ekleyen Koslu Hipokrates bu dönemde yetişmiştir.
vi. Teknik
Bu dönemde yeni yapı teknolojileri geliştirilmiş ve özellikle kent planlaması sorunuyla ilgilenilmiştir.
B. HELLENİSTİK ÇAĞ’DA BİLİM
Hellen birliğini sağlayan Makedonyalı Philip’in öldürülmesinden sonra yerine geçen oğlu Büyük İskender, MÖ.334-323 yılları arasında bilinen Dünya’nın büyük bir kısmını fethederek Avrupa’dan Hindistan’a kadar uzanan büyük bir imparatorluk kurmuştu.
Büyük İskender’in askerî seferleri, siyasî yönden olduğu kadar kültürel yönden de çok önemli sonuçlar doğurmuştur; çünkü bu seferler sonucunda, Yunan uygarlığı, Uzak Doğu’ya kadar yayılmış ve bu bölgedeki Mısır, Mezopotamya, İran ve Hint uygarlıklarıyla karışarak ve kaynaşarak, yeni bir uygarlığı, yani Hellenistik uygarlığı oluşturmuştur.
Büyük İskender, 323 yılının Haziran ayında Babil’de ölünce, kurmuş olduğu Dünya İmparatorluğu generalleri arasında paylaşılmıştır. Mısır valisi Makedonyalı Ptolemaios burada krallığını ilan etmiş ve M.Ö. 30 yılına kadar Mısır’a hakim olacak Ptolemaios sülalesini yönetime getirmiştir. Hellenistik dönem uygarlığını yaratanlar Ptolemaios ailesi olacaktır.
Ptolemaios krallığı yöre halkının din ve kültürüne saygı göstermiş, onlarla sıkı ilişkiler kurmuştu. Hellen kültürü ile Doğu kültürleri arasındaki etkileşim daha çok dinî ve edebî konularda gerçekleşmiş, bilimsel konular ise genellikle Yunanlıların hakimiyeti altında kalmıştır. Bu dönemde matematik, astronomi, fizik, biyoloji ve coğrafya gibi alanların bağımsız bir disiplin olarak temelleri atılmıştır.
Doğa ve Bilgi Felsefesi
Bu dönemde Plotinos, Platon ve Aristoteles sistemlerini uzlaştıran yeni bir sistem geliştirmiştir. Sonradan Yahudi, Hıristiyan ve İslam inanç önermeleriyle beslenen ve “Bir” olarak adlandırılan Mutlak Varlık’ın aşama aşama açılımı ile bütün varlıklar aleminin oluştuğunu savunan bu sistem düşünce tarihinde oldukça etkili olmuştur.
Matematik
Eukleides, Elementler adlı yapıtında tanım, aksiyom ve postüla çerçevesinde kendisinden önceki geometri bilgisini derlemiş ve Tümdengelimsel Yöntemi kullanmıştır. Böylece geometriye gerçek anlamda kanıtlama düşüncesini getirmiştir. Pergeli Apollonius ise Koni Kesitleri adlı yapıtında daire, elips, koni, parabol ve hiperbolü geometrik olarak tanımlamıştır.
Astronomi
Bu dönemde Aristarkhos Güneş Merkezli Evren Kuramı’nı, Hipparkos ise Yer Merkezli Evren Kuramı’nı geliştirmişlerdir. Gözlem ve matematiksel yöntemin birleşmesi, Hellenistik Çağ astronomisinin en belirgin özelliğidir.
ARİSTARKHOS (ARİSTARKUS)
Aristarkus’un (M.Ö. 310-230) “Ay ve Güneş’in Büyüklükleri ve Uzaklıkları” adlı yapıtı astronomi problemlerini üstün geometri bilgisiyle çözmeye çalıştığı bir eserdir. Ay’ın tutulduğu ve yarım ay olduğu sıralarda yaptığı gözlemlerden Güneş’in çapının Dünya’nın 7 katı olduğu sonucunu çıkarmıştı. Bu rakam yanlış olmakla birlikte Güneş’in Dünya’dan daha büyük olduğunu göstermesi bakımından önemlidir.
Aristarkus Güneşin sabit olduğu ve dünyanın güneş çevresinde çembersel bir yörünge izleyerek döndüğü iddiasını da ortaya atar. Bu görüş zamanına göre oldukça ilerde bir görüştür.

Fizik
Bu dönemde Archimedes statik ve hidrostatik alanlarında yapmış olduğu çalışmalar sonucunda matematiksel fiziğin temellerini atmıştır.
ARCHİMEDES (ARŞİMET)
Archimedes hem bir fizikçi, hem bir matematikçi, hem de bir filozoftur. Archimedes’in mekanik alanında yapmış olduğu buluşlar arasında bileşik makaralar, sonsuz vidalar, hidrolik vidalar ve yakan aynalar sayılabilir. Bunlara ilişkin eserler vermemiş, ancak matematiğin geometri alanına, fiziğin statik ve hidrostatik alanlarına önemli katkılarda bulunan pek çok eser bırakmıştır.
Archimedes’in en parlak matematik başarılarından biri, eğri yüzeylerin alanlarını bulmak için bazı yöntemler geliştirmesidir.
İlk defa denge prensiplerini ortaya koyan bilim adamı da Archimedes’dir. Bu çalışmalarına dayanarak söylediği “Bana bir dayanak noktası verin Dünya’yı yerinden oynatayım.” Sözü yüzyıllardan beri dillerden düşmemiştir.
Archimedes, kendi adıyla tanınan sıvıların dengesi kanununu da bulmuştur. Söylendiğine göre, bir gün Kral İkinci Hieron yaptırmış olduğu altın tacın içine kuyumcunun gümüş karıştırdığından kuşkulanmış ve bu sorunun çözümünü Archimedes’e havale etmiş. Bir hayli düşünmüş olmasına rağmen sorunu bir türlü çözemeyen Archimedes, yıkanmak için bir hamama gittiğinde, hamam havuzunun içindeyken ağırlığının azaldığını hissetmiş ve “Buldum, buldum” diyerek hamamdan fırlamış.
Acaba Archimedes’in bulduğu neydi? Su içine daldırılan bir cisim taşırdığı suyun ağırlığı kadar ağırlığından kaybediyordu ve taç için verilen altının taşırdığı su ile tacın taşırdığı su mukayese edilerek sorun çözülebilirdi.
Archimedes’in araştırmalarından önce, tahtanın yüzdüğü ama demirin battığı biliniyordu; ancak bunun nedeni açıklanamıyordu. Archimedes’in bu kanunu doğada tesadüflere yer olmadığını, her zaman aynı koşullarda aynı sonuçlara ulaşılacağını göstermiştir. Archimedes, yirmi üç yüzyıl önce, modern bilimsel yöntem anlayışına çok yakın bir anlayışla, bugün de geçerli olan statik ve hidrostatik kanunlarını bulmuş ve bu katkılarıyla bilim tarihinin en büyük üç kahramanından birisi olmaya hak kazanmıştır.
Biyoloji
Aristoteles’in öğrencisi olan ve onun ölümünden sonra Lise’nin başına geçen Teophrastos botaniğe ilişkin Bitkilerin Tarihi Üzerine ve Bitkilerin Nedenleri Üzerine adlı yapıtlarıyla bu bilimin temellerini atmıştır.
Herophilos ise insan ve hayvan bedenlerini karşılaştırmalı olarak incelemiştir. İskenderiye Okulu’nun ilk biyologlarından olan Herophilos’un (M.Ö.280) hayvan ve insan vücudunu karşılaştırmalı olarak incelediği söylenmektedir. Bu amaçla insan vücudunda disseksiyon yapmıştır.
Beyni sinir sisteminin merkezi olarak gören Herophilos’a göre, zekâ da burada bulunmaktadır. Herophilos, anatomi alanında yapmış olduğu araştırmalar nedeniyle, anatominin babası olarak tanınmıştır.
Coğrafya
Yeryüzünün çevresini ölçülmesine ilişkin çalışmaların bu dönemde yoğunlaştığı ve Eratostenes ile Posidonios’un bu amaçla ölçüm yöntemleri geliştirdikleri görülmektedir.
ROMALILAR DÖNEMİNDE BİLİM
M.Ö. 30 yılında Romalılar İskenderiye’yi ele geçirdiler ve bilinen Dünya’yı hâkimiyetleri altına aldılar. Eski ve yeni kentleri, yollarla ve köprülerle birbirlerine bağladılar ve Roma hukuku aracılığıyla, idareleri altındaki geniş eyaletlere öteden beri özlemi duyulan adaleti götürdüler.
Roma uygarlığı, çift dilliydi. Aydın bir Romalı, Latince’nin yanında Yunanca’yı da bilmek mecburiyetindeydi; çünkü bilim ve felsefe yapıtları bu dille yazılmıştı. Latince, Lucretius, Cicero, Virgilius ve Seneca gibi düşünürler vasıtasıyla büyük bir saygınlık kazanmış ve klasikleşmişti; hatta Vitruvius, Celsus, Frontinus ve Plinius gibi Romalı bilginler de bu dili kullanmışlardı; ancak bilimsel etkinlikleri sürdürebilmeleri için yine de Yunanca’yı öğrenmeleri gerekiyordu.
Dönemin en büyük iki bilgini olan Batlamyus ve Galenos, Yunanca konuşuyor ve Yunanca yazıyorlardı. 14. Yüzyılda Osmanlı Türkleri de, bilim ve felsefe kaynaklarına ulaşabilmek için Arapça öğrenmek mecburiyetinde kalmışlardı. Bu nedenle Romalılar, Atina ve İskenderiye başta olmak üzere, İmparatorluğun Doğu Eyaletleri’ne giderek Yunan dilini öğrendiler; Roma’da okullar açtılar ve bunları Yunan bilginlerinin yönetimine bıraktılar.
Fakat Romalılar hiçbir zaman Hellenik ve Hellenistik dönemlerde gösterilen başarıyı gösteremediler. Bunun çeşitli nedenleri olabilir; ama hepsinden önemlisi büyük bir ülkeyi yönetmek mecburiyetinde olmalarıdır; dolayısıyla, bilimsel etkinlikten çok yönetsel etkinliğe ağırlık vermişlerdir.



Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Java da icon değiştirme

ALANA ÖZGÜ UYĞULAMALAR VE BİLGİSAYAR LABORATUVAR ORTAMLARININ İNCELENMESİ